Merhaba yeniden…
Ağırlaştırılmışların hukuki olarak ve pratikte nasıl işkence
yaşadığından bahsetmiştim daha önceki mektuplarımda. Şu an belki birçok kişi
kendinden uzak görüyor bu durumu, fakat öyle değil. Ağırlaştırılmış müebbet
denilen ağırlaştırılmış tecrit modeli bütün bir halkı ilgilendiriyor. Halka
karşı bir silah olarak kullanılıyor, bu yanıyla da herkesin karşı çıkması
gereken bir işkencedir.
Ağır tecrit ya da zamana yayılmış idam infaz rejimi, tüm
insanlık tarihi boyunca yapılan cezalandırmaların toplamıdır aslında. Hem
bedene, hem duygulara, hem de düşüncelere ceza uygulanır. Tutsak olmak,
özgürlüğünden mahrum kalmaktır. Fakat ağırlaştırılmış tutsaklık insana dair ne
varsa bunların tamamından mahrum olmak anlamına gelir. İnsanın gelişimini
incelediğimizde, üretim içinde hem bedensel, hem beyinsel gelişimini
sürdürdüğünü görüyoruz. Ağırlaştırılmışlarda bir gelişim değil, bir gerileyiş
söz konusu. Üretmek için ihtiyacınız olan araçlar, olanaklar, dışarıdan gelen
uyarıcıların tamamından soyutlanmış durumdasınız çünkü. Bir konuyu sorup
tartışabileceğiniz araçlar yanınıza verilmediği gibi zaten bedeniniz her yönden
çürütülüp yok edilmeye göre programlanmış durumda.
Dışarıda özellikle tüm gününü bilgisayar başında
geçirenlerde görülen hareketsizliğin yarattığı birçok hastalık,
ağırlaştırılmışlar için özel olarak tasarlanmış durumda. İradi olarak bu
hastalıklar boy versin diye yapılıyor. Kas-iskelet ağrıları, panik atak, alerji
(güneşe ve havaya) ve asosyallik… Bunlar ağırlaştırılmışlarda görülen normal
hastalıklar. Çünkü hareket imkânı, havayla güneşle temas ve insanla temas
tamamıyla yasaklanıyor.
Kötü olan bütün bu baskı ve işkencenin doğal ve meşru
karşılanması. Yaşadığımız sorunlarla ilgili, gazetecilere, DKÖ lere
ailelerimizi yolladığımızda, ‘çocuğunuz ne için yatıyor hapishanede?’ sorusu
geliyor. Ne için yatıldığı işkenceye meşruluk mu kazandıracak? Bir seri katil
bile olsa kişi, ‘oh!’ mu diyeceğiz? Demokratım diye geçinenler bunu yaparken
bilinçsiz milyonların farklı düşünmemesi de normal. O demokratlar bugün değilse
yarın ağırlaştırılmışların kapatıldığı hücrelere kapatılacaklar. Tarihten de mi
öğrenmiyorlar? F tipi güzellemeleri yapanlar, o hücrelere kapatılınca ‘tecrit,
işkence’ diye bas bas bağırdılar. 122 insanımız ölürken kılları kıpırdamıyordu,
sansürlüyorlardı cenaze haberlerini bile. Sanıyorlar ki çok büyük şeyleri
yapanlara verilen bir cezadır. Hayır, şu an tabiri caizse çerez gibi
ağırlaştırılmış tecrit dağıtılıyor cüppeli cellatlar tarafından.
İşte Mustafa Koçak örneği! Dahli olmayan bir olayda delil
yokken, ispat yokken, savunması bile alınmadan sadece bir itirafçı ifadesiyle
ağırlaştırılmış verildi. İşte Gazi davası… Bu düzene muhalifseniz bir yasal
mitinge katıldıysanız bir gizli tanıkla hakkınızda yalanlarla dolu ifade alınıp
ağırlaştırılmış verirler. Gazetelere, internete yazdığınız bir yazıdan,
çizdiğiniz bir resimden ağırlaştırılmış verirler. Ve de uygularlar. O zaman mı
hücrenin vahşetini konuşmaya başlayacaksınız? O süreç başladı çoktan. Bugün
durdurulmazsa bu hücrelerle herkes tanışacak. Açım diyenler de, işsizim
diyenler de… Çünkü ağırlaştırılmış
uygulaması hem kendinden olmayanı ailesiyle birlikte cezalandırma, hem de halkı
sindirmek için uygulanan özel bir infaz rejimidir. Hukukun, kanunun askıya
alındığı sadece sizi yok etmeyi hedefleyen, sizi insanlıktan çıkarıp paçavraya
çevirmeyi hedefleyen bir infaz rejimidir.
Bu doğal görme- meşru görme hali, hapishanede de her türlü
işkenceyi, kötü uygulamayı, yoksunluğu hak ediyorsun şeklinde bir yaklaşımı
getiriyor. Herhangi bir talebimiz olduğunda ‘sen zaten ağırlaştırılmışsın’
cevabı veriliyor. Ya aşağılanıyor, ya da intikamcı bir tavırla karşı karşıya
kalıyoruz. Bu kişisel olarak personelin yaklaşımıyla ele alınacak bir tutum
değil. Genel bir bakış açısının sonucu. Ağır tecrit cezasının bir intikam
cezası olması, en tepeden yasa koyucudan en alta hapishane idarecilerine,
gardiyanlara kadar inen bir yaklaşımı da yanında getiriyor.
Emperyalist kurum- kuruluşların standartlarını dikkate
alacak değiliz elbette. Tecrit uygulaması en başta AB patentli bir uygulamadır.
Bununla birlikte BM’nin insanı tek başına kapatıp insanla temasına konulan
sürenin 15 günü aşmaması gerektiği, tekbaşına kapatılmanın bir ceza olarak kısa
sürmesi gerektiği yolundaki kararları da bu devletin altına imza attığı
konulardır. Hapishanede yapılan eylemler için verilen disiplin cezalarından en
ağırı hücre cezasıdır. Hukuken de bu ağırlık kabul edildiği için diğer cezalar
3 aya kadar uzatılırken (iletişim, görüş…) hücre için en fazla 20 gün verilir.
Ama ağırlaştırılmış müebbetler hücrede ömür boyu kalıyor. Bu bir çelişki değil midir? Hukuk, kâğıt
üzerindedir. Sınıf çelişkileri ne hukuk tanır, ne yasa, ne adalet…
Ağırlaştırılmış uygulamasının, her şeyden önce, ne yapmış
olursa olsun, bir insana hak/reva görülmesini engellemek zorundayız. Bunun için
de ağırlaştırılmış müebbet diye yapılan tanımlamayı gerçek anlamıyla kullanmak
zorundayız. Zaman yayarak öldürme, yavaş idam, ağırlaştırılmış tecrit diyeceğiz
bu cezaya ki meselenin özüne parmak basalım.
Bu özel infaz rejimi yasalarda yer aldığı için hukuki
görülebilir. Fakat insanlık tarihi açısından meşru değildir. İşkenceye karşı
geliştirilen tavır gibi, evrensel, ilkesel bir tavır gösterilmelidir.
Türkiye siyasi tarihi göstermiştir ki, faşizmin hukuku
evrensel hukuk normlarına göre işlemez. Faşizmin hukuku içinde yer alan her
ceza, her cezalandırma aracı ve yöntemi; halka karşı savaşta halkı sindirmek,
halkı için mücadele edenleri yok etmek için kullanılır. Bazen kimi hassasiyetler öne çıkarılarak bir
meşru kılıfla yasal güvenceye kavuşturulan bu saldırı araçları, en kısa sürede
milyonlarca halka çevrilir. (kadın/çocuk ölümleri, taciz/tecavüzler, milliyetçi
dinci duygular… gibi) faşizmin elindeki her silah böyle kullanılır. Hukuk bugün
nasıl ki işini, ekmeğini isteyenleri cezalandırma aracı olarak kullanılıyorsa
hapishane ve infaz rejimleriyle ilgili yöntemler, yasalar da böyle kullanılır.
Cumhurbaşkanının yüzüne karşı ‘çocuklarım aç’ diye bağıran bir kişiye anayasal
düzeni değiştirmekten ağırlaştırılmış tecrit cezası verilmeyeceğinin
garantisini kim verebilir?
5 yıl önce bunu söylesek belki gülerdiniz. Ama bugün düşünüyorsunuz
ve ‘olur mu olur’ diyorsunuz. Evet olur, olacak. Çünkü bir halk adalete aç ve
artık susmuyor, susmayacak. Halkın sesi daha gür çıktıkça, ‘açım, işsizim,
adalet istiyorum’ diye daha gür haykırdıkça o sesi susturmak için her türlü
silahını kullanacak faşizm. Ağırlaştırılmış tecrite karşı olmak, zaman yayılan
idama karşı olmak, faşizmin yarın size yönelteceği silahı elinden almaktır.
Sanılmasın ki ben bu koşullarda yaşayamıyorum diye ölüm orucu
yapıyorum. Hayır, ben irademle,
inancımla, her türlü koşulda mücadelemi sürdürüyorum. Ama ben bir devrimciyim.
Kendim için değil, halkım için, halkımın geleceği için engel olan ne varsa onu
ortadan kaldırmak adına can feda demekten geri durmam. Bugün binlercesine,
yarın milyonlarcasına yönelmesin bu saldırı diye bir çığlık oluyorum.
Direnişimi böyle anlamanızı isterim.
11 yıldır tutsağım. 8 yıldan fazlası tekli hücrede geçti. 8
yıldır insana hasretim. Ama 8 yıldır halkın mücadelesiyle bağlarımı hiç
koparmadım. Fiziken sizlere en uzak, tabiri caizse (Şakran Hukuksuzluk Cumhuriyeti
koşullarını da dikkate alırsak) cehennemin dibindeyim. Ama aynı zamanda sizin
en yakınınızda, vicdanınızın orta yerindeyim. Sizin acılarınızla öfkeleniyor,
sevincinizle gururlanıyorum. Kendi geleceğim, halkın geleceğinden bağımsız
değil. Halkımızın özgürlüğü ve adalete kavuşacağı günler için savaşıyorum.
Benim, bizim direnişimize katacağınız ses, bizi desteklemek için değil, kendi
geleceğinizi kendi ellerinize almak için olacak. Kader diye, fıtrat diye
dayatılan ölümlere, sömürüye, zulme sessiz kalmayın. Şairin deyimiyle ‘bu
cehennem/ bu cennet vatan bizim’… Bir avuç saraylının ve onun cüppeli,
üniformalı cellâtlarının değil. Bizim olana sarılmadığımız için bunca güçlü
görünüyorlar. Değiller!
Hep bir ağızdan konuşmaya başladığınızda gücün nerede olduğunu
göreceksiniz. Güç halkta, yalnızca örgütlü halkta. Haklılığımızdan gelen gücümüzü,
adaletsizliği yok edecek güce çevirebiliriz. Kendi sessizliğinize ses
verdiğiniz, kendi kabuğunuzdan çıktığınız gün, korku duvarlarınıza vicdanınızın
balyozuyla vurduğunuz gün; size düşman, bize düşman olan bu sömürücülerin, bu
zalimlerin, bu ahlaksızların soysuzların korkusunun büyüklüğünü göreceksiniz.
Gelin adalet için hep birlikte safa duralım. Hırsız
katillerin korkularını gerçek kılalım. Ekmeğe, adalete doyalım, çocuklarımızı
doyuralım.
Umutla kalın.