
DİRENİŞİMİZİN
GÜCÜ KARŞISINDA YALANLARDAN MEDET UMAN, DEMAGOJİ YAPAN
İÇİŞLERİ
BAKANI SÜLEYMAN SOYLU’YA ve CUMHURBAŞKANI R. TAYYİP ERDOĞAN’A ZORUNLU CEVAP:
EBRU
VE AYTAÇ’IN DİRENİŞİ HAKLI VE MEŞRUDUR
GAYRI
MEŞRU OLAN SİZSİNİZ!
EBRU
SİZE “HODRİ MEYDAN” DEMİŞTİ. BİZ DE DİYORUZ: HODRİ MEYDAN!
GÜCÜNÜZ
VARSA GERÇEKLERI SÖYLEYIN!
Adalet
savaşçısı meslektaşımız halkın avukatı Ebru Timtik, AKP faşizminin
adaletsizliğinin karşısına açlığı ile dikildiği, canını cüppe yaparak halkın
avukatlığına devam ettiği direnişinin 238. Gününde ölümsüzleşmişti.
Direnişin
gücü, taleplerin haklılığı karşısında acizleşen AKP faşizmi çareyi, önce
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül aracılığı
meslektaşımız, yoldaşımız, halkın avukatı Ebru Timtik’e ve Ebru Timtik
üzerinden, başta İstanbul Barosu olmak üzere, barolara ve Ebru’nun cenazesine
katılan avukatlara saldırmakta bulmuştur. Ardından bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan tarafından saldırı daha üst perdeden ve açık tehditle sürdürülmüştür.
İçişleri
Bakanı Süleyman Soylu, adalet şehidimiz Ebru Timtik’in fotoğrafının İstanbul
Barosu balkonuna asılması üzerine yaptığı konuşmasında İstanbul Barosu’nu hedef
almış, Ebru Timtik’i “terör örgütü mensubu”, Ebru’yu sahiplenenleri de “terör
destekçisi” ilan etmiştir.
Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan ise adli yıl açılış töreninde yaptığı konuşmada, 'İstanbul
Barosu'na asılan pankartın, şehidimizin savcı Mehmet Selim Kiraz'ın kemiklerini
sızlatmanın ötesinde anlamları olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki dönemde
avukatlıktan teröristliğe uzanan bu kanlı yolun önünü kesmek için gerekeni
yapacağız' diye
konuşmuştur.
AKP’nin Direniş
Karşısındaki En Büyük Silahı: Yalan ve Demagoji
AKP
faşizminin avukatları ve baroları hedef alan bu saldırılarında en büyük silah da
her zamanki gibi yalanlar, iftiralar ve demagojiler olmuştur.
Saldırının
amacı ise açıktır: direnişe ve direnişçilere yönelik sahiplenmeyi engellemek.
Baroların
AKP faşizminin saldırıları karşısında yıllardır süregelen suskunluğu; görmezden
gelen, geçiştirmeci, uzlaşmacı yaklaşımları AKP faşizminin avukatlara ve barolara
yönelik saldırılarını her geçen gün artmasına neden olmuştur. Ancak son süreçte
halkın avukatlarının direnişinin yarattığı etki AKP’nin oyununu bozmuş,
avukatlarda ve barolarda ciddi bir karşı duruş ortaya çıkmıştır. Halkın
avukatlarının direnişi yalnızca faşizmle halk arasında barikat olmakla
kalmamış, avukatlara ve barolara mesleki, siyasi ve toplumsal sorumluluklarını
da hatırlatmıştır. Faşizmin tüm saldırılarına rağmen avukatların ve baroların
direniş süresince, özellikle son süreçte aldıkları olumlu tavır ve Ebru’nun
cenazesinde gösterdikleri sahiplenme işte bu etkinin sonucudur.
AKP
faşizmi bugün baroları hedef alarak direnişin yarattığı bu etkiyi yok etmeyi,
sahiplenmeyi engellemeyi amaçlamaktadır. Bu yüzden her türlü yalan, demagoji,
iftira ve hatta açık tehdide de başvurmaktan çekinmemektedir.
“Milletin
Vicdanı” İle Oynayan Kim?
Avukatları
ve baroları hedef alan açıklamasında Soylu, “Bugün bir terör örgütü mensubunun
fotoğrafını İstanbul Barosu'na asanları şiddetle telin ediyorum, kınıyorum, ayıp
diyorum, yazık diyorum. Yazıklar olsun. (…) İstanbul Barosu’na da yazıklar
olsun, İstanbul Barosunun yöneticilerine de yazıklar olsun. Savcı Selim Kiraz’ı
şehit eden, bu ülkeyi huzursuz etmeye çalışan, jandarmamızın dağda fellik
fellik arayıp etkisiz hale getirdiği DHKP-C terör örgütü mensuplarının
fotoğrafını bugün İstanbul Barosuna asanların bu milletin değerleriyle hiçbir
ilgisi yoktur. (…) Emniyet mensubu arkadaşlarımız derhal o fotoğrafı oradan
kaldırdılar ama bu milletin vicdanı ile oynamasınlar” demiştir.
Şimdi
soruyoruz: Milletin vicdanı ile oynayan kim? “Şehit savcımızın katilleri”
yalanıyla, savcı Mehmet Selim Kiraz davasıyla hiçbir ilgisi bulunmayan bir
avukat hakkında, bile isteye yalan söyleyen Süleyman Soylu mu; yoksa haklı bir
talep uğruna, ölümü göze alarak direnen ve ölümsüzleşen bir avukat ve onu
sahiplenen meslektaşları mı?
Cevap
çok açık değil mi?
Süleyman
Soylu Yalancıdır İftiracıdır
Süleyman
Soylu, “hayır öyle değil” diyorsa açıklamalıdır; Ebru Timtik veya Halkın Hukuk
Bürosu üyesi başka bir avukat hakkında Mehmet Selim Kiraz’ın ölümüyle ilgili
herhangi bir iddia var mıdır? Varsa ispatlasın!
Biz
söylüyoruz; hayır, ne Ebru’nun ne de başka bir meslektaşımızın bu olayla bir
ilgisi vardır. Hatta haklarında ne yargılanıp cezalandırıldıkları dosyada ne
başka bir dosyada böyle bir iddia bile yoktur.
Süleyman
Soylu bunu bilmemekte midir? Elbette çok iyi bilmektedir. Ebru Timtik ve diğer
avukatların yargılandıkları davanın iddianamesi ve tüm dosya hem Soylu’nun hem
de emrindeki gazeteci kılıklı tetikçilerin bilgisi dahilindedir. Süleyman Soylu
bu davanın tüm aşamalarını en yakından takip etmiş, takip etmekle kalmamış
gerektiğinde müdahale etmekten de çekinmemiştir. 14 Eylül 2018’de mahkemenin
tahliye ettiği halkın avukatlarını, 10 saat sonra talimatla tutuklatan kişi
Süleyman Soylu’dur. Arkadaşlarımız Ebru ve Aytaç ölümün eşiğine gelmişken, Adli
Tıp Kurumu bile hapishanede kalamazlar raporu verdiği halde tahliye
edilmelerini engelleyen de Süleyman Soylu’dan başkası değildir.
Daha
dava devam ederken, arkadaşlarımız hakkında hiçbir hüküm verilmemişken
televizyon ekranlarına çıkıp “masumiyet karinesi” denilen ilkeyi ayaklar altına
alıp arkadaşlarımızı “örgüt üyesi” ilan eden, “örgütün en önemli biriminin
Halkın Hukuk Bürosu olduğu” hükmünü veren bir hakim veya bir mahkeme değil
Süleyman Soylu’dur.
Süleyman
Soylu bunca yalanı söylerken, yargıya bu kadar açıktan talimat verirken dahi
halkın avukatlarının savcı Mehmet Selim Kiraz dosyasıyla bağı olduğunu iddia
etmemiştir. Buna rağmen Süleyman Soylu’nun bugün çıkıp bu şekilde yalan
söylemesi, halkın avukatlarının Mehmet Selim Kiraz dosyasıyla bağı olduğunu
iddia etmesi, AKP medyasının da bu yalanlara sarılmasının tek nedeni direnişin
gücü karşısındaki acizlikleridir. Çünkü karşılarında haklı bir talep için
“hodri meydan” diyerek canını ortaya koyan, ömrünü adalete adamış bir avukatın
ölümü gerçeği var. Süleyman Soylu, “milletin vicdanıyla oynamasınlar” diyerek
halkın bu gerçekleri sorgulamasının, direnişi sahiplenmesinin önüne geçmek
istiyor. Yandaş medya da yalan haberleriyle buna çanak tutuyor.
Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan Basit Bir Demagogdur
Demagoji; halkın isteklerine, ön yargılarına ve
korkularına dayalı olarak yapılan siyaset ve destek arayışıdır. Demagoji
yapan kişiye ise "demagog" denir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da, tıpkı Süleyman Soylu
gibi, gerçekleri çarpıtarak, halkın milli ve dini duygularını istismar ederek
demagoji yapmaktadır. Erdoğan açıklamasında şöyle diyor; “Şehit savcımız
Mehmet Selim Kiraz'ı katleden terör örgütü mensuplarına destek için açlık
grevine giden avukatları bu kararlarından vazgeçirmek için, devlet üzerine
düşeni yapmıştır.”
Ebru ve Aytaç’ın
direnişinin talepleri çok açıktır. Adil yargılanma hakkı talep etmektedirler.
Yani kağıt üzerinde zaten var olan bir haklarını uygulatmak için direnişi
seçmişler, Ebru bunun için şehit düşmüştür. Peki, Erdoğan ne diyor? “Şehit
savcımız Mehmet Selim Kiraz'ı katleden terör örgütü mensuplarına destek için
açlık grevine giden avukatlar” diyor. Bu demagoji değilse nedir?
Erdoğan
demagojisine şöyle devam ediyor; “Yargının hiçbir unsuru, herhangi bir
ideolojinin emrine giremez. Yargının tek ideolojisi adalet olmak zorundadır.”
Bunu söyleyen kişinin cumhurbaşkanı olduğu ülkede, yargının avukatlar dışındaki
bütün unsurlarının AKP’nin emrine girdiğini, çoklu baro sistemi denilen
sistemle amaçlanın avukatları-baroları da AKP’nin emrine almak için yapıldığını
bilmeyen yoktur.
“Yargının tek
ideolojisi adalet olmak zorunda” imiş. İki avukatın adil yargılanma hakkı için
ölüm orucu yaptığı, bir avukatın bunun için şehit düştüğü, bir avukatın ölümün
eşiğinde olduğu bir ülkede bundan ala demagoji olabilir mi?
Gerçeğin
Gücü Karşısında Yalanlarınızın Hükmü Yoktur
Yalan
Söylemekten Demagoji Yapmaktan Vaz Geçin!
Direnişimiz
gücünü gerçeklerden almaktadır. Peki, nedir bu gerçekler? Her şeyden önce Ebru
ve Aytaç’ın adil yargılanmadıkları gerçeğidir. Siyasi bir davada, siyasi
iktidarın talimatlarıyla yargılanıp cezalandırıldıkları gerçeğidir. Haklı ve
meşru taleplerinin karşılanmasının siyasi iktidarın talimatlarıyla engellenip
ölmelerine seyirci kalındığı gerçeğidir.
Direnişimizin
gücünü aldığı gerçek, Türkiye’de bağımsız yargı diye bir şeyin olmadığı, hakim
ve savcıların AKP iktidarının emireri olduğu ve asla adalet dağıtamayacağı, hiç
kimseyi adil yargılamayacakları gerçeğidir.
Hayır,
öyle değil diyorlarsa açıklamalıdırlar: Ebru ve Aytaç adil mi yargılandılar?
Öyleyse ilk duruşmada tahliye edildikten sadece 10 saat sonra neden tekrar
tutuklandılar? Bu 10 saatte ne değişti? Bu 10 saatte hakim ve savcılara nasıl
baskı yapıldı? Kapalı kapılar ardında hangi pazarlıklar döndü? Hayır, öyle
değil diyorlarsa açıklamalıdırlar; O halde tahliye kararı veren hakimler neden
iki gün sonra sürgün edildi? Neden yerlerine özel seçilmiş bir heyet atandı?
Hayır,
öyle değil diyorlarsa açıklasınlar; Adli Tıp Kurumu’nun hapishanede kalamazlar
dediği, ölümün eşiğine gelmiş Ebru ve Aytaç “kaçma şüpheleri olduğu”
gerekçesiyle tahliye edilmezken, tecavüzcü ve katil bir uzman çavuş kaçma şüphesi
olmadığı gerekçesiyle nasıl tahliye edilmiştir?
İşte
Ebru ve Aytaç’ın direnişi bu nedenle haklı ve meşru bir direniştir. Direnişimiz
gücünü bu haklılıktan ve meşruluktan almaktadır. Bu güç karşısında acizleşen
AKP iktidarı yalanlardan medet umuyor, iftira atıyor, “milletin vicdanı”yla
oynuyor.
Ama
başaramayacaklar. Gerçeğin gücü karşısında yalanların hükmü yoktur.
“Göbels’in
yalanları Hitler’i kurtaramamıştır. Yalanlarınız da sizi kurtaramayacak!”
BİZ
KAZANACAĞIZ! DİRENİŞİMİZ KAZANACAK!
YAŞASIN
ÖLÜM ORUCU DİRENİŞİMİZ!
EBRU
TİMTİK ÖLÜMSÜZDÜR!
AYTAÇ
ÜNSAL’I MÜCADELEMİZLE YAŞATACAĞIZ!
HALKIN
HUKUK BÜROSU/ENTERNASYONAL BÜRO
PEOPLE’S
LAW OFFICE/INTERNATIONAL OFFICE