Öncelikle
şunu belirterek yaptığım ve yayınlanmasını istediğim açıklamama devam etmek
istiyorum;
Sosyalist
olmaktan asla pişman değilim.
İkincisi
ise, şu an yurtdışında (Suriye'de) bulunmam, bu durumun öyle kalacağı anlamına
gelmesin. Ben elbet bir gün doğup-büyüdüğüm memleketime, Antakya'ma döneceğim.
Ve tabi Anadolu'ma.
(Not 1:
Açıklamamın okunmasını ve birçok insana ulaşmasını istiyorum. Bunu okuyan
dostların yapmasını rica ediyorum.
Ayrıca,
açıklamamın sonunda "Not 2" vardır.)
Bu
açıklamayı neden yapma ihtiyacı duydum?
Aslında
yaklaşık 7-8 yıllık bir süreç. Halk Cephesi'nin, Dev-Genç'in ve alanlarının
demokratik kitle eylemlerine katılmamla başladı.
2013 yılı
Nisan ayında babam arandı ve "oğlunuz terör örgütünün faaliyetlerine
katılıyor..." denilerek o süreçten bugüne hala gönüllü olarak
katıldığım çalışmalar, kitle gösterileri terörize edilmeye, bu yolla da ailem
ve sevdiklerim, bana yakın olan insanlar tedirgin edilmeye çalışılıyordu
polisler tarafından.
Geçtiğimiz
haftalarda da Antakya'da bulunan babam, Antakya-Aşaoğukçular kavşağı Lazkiye
Caddesi'nde bulunan Hatay İl Emniyet Müdürlüğü'nden aranarak görüşmek
istemişlerdi. Babam, sağlık nedenleri ve henüz evimiz taziye evi (yakın zamanda
nenemi kaybettim) olduğu için direk gidemedi. Lakin aradıklarında doğal olarak
oğlu, yani benim için tedirgin oldu. Çünkü; faşizmin 'arananlar listesi' ve
işbirliği içinde olduğu ülkeler arasındaki ilişkiyi biliyor. Bu nedenle Ayten
Öztürk* örneğini yaşamamam için Lübnan'a gitmememi tembihlemişti.
(*: Ayten
Öztürk, 9 Mart 2018'de Beyrut Refik Hariri Uluslararası Havaalanı'ndan
gözaltına alındı, gözaltından birkaç gün sonra ise Hariri'nin talimatı ile MİT'e
teslim edildi. Altı aya yakın MİT işkencehanesinde kaldı ve Halk Cephesi'nin
kampanyası sayesinde yeri öğrenildi.)
Bu
aramadan kısa bir süre sonra ne olup-bittiğini öğrenmek için merkeze gitti.
Kendisiyle görüşen bir kadın amir; yeni bir "pişmanlık yasası"
çıktığını ve istersem ülkeye dönüş yapabileceğimi söylemiş. Buna ek olarak;
kendisinin de yardımcı olabileceğini, hiçbir sorun yaşamayacağımı eklemiş. Yani
bir nevi kefil olmuş...
İşte, esas
olarak açıklamayı yapmamın nedeni budur.
Görüşmedeki
amir kendi duygularıyla ve kararlarıyla hareket edemez, o amir devletini, yani
her gün ülkemdeki krizin derinleşmesine, halkımın yoksulluğuna, insanlarımın
işsizliğine ve nice dökülen kanımızın sorumlusu düzeninin diliyle babam ile
görüşmüştür.
Tabi
üslubu ailelerin düşüncesine göre belirli bir ton ve samimiyette olur. Ailem,
küçüklüğümüzden, ta ilkokuldan yetişkin birer insan olana kadar beyinlerimize
işlenen-işlenmeye çalışılan ve asla benimsemeyeceğim Kemalizm düşüncesinde -ki
bu başlı başına bir çelişkidir Arap milliyetinden olan bizler için-. Ve görüşen
yetkili polis amiri kendini buna göre şekillendirerek görüşür. Tıpkı
muhafazakar insanların aileleriyle görüşen muhafazakar, milliyetçi insanların
aileleriyle görüşen milliyetçi polisler ve hatta Alevi inancından olan ailelere
"ben de Aleviyim, adım Hıdır..." vb. gibi yaklaşan polisler gibi.
Bu da bize
"Osmanlı'da oyun bitmez" sözünün tekidini, değişmezliğini gösteriyor.
Ben de
değişmeyeceğimi ve sosyalist düşüncede kalacağımı ve tabi "asla pişman
olmadığımı, olmayacağımı" belirtmek istiyorum.
Niye?
Memleketim
Antakya, her yerde olduğu gibi, fark olmaksızın adaletsizliklere, baskılara
maruz kalan bir bölgedir. Tabi bu gerçek, halkın bilincinde unutturulmaya
çalışılıyor. Bu nedenle, tarihi-eski olaylardan değil, herkesin dün gibi
hatırladığı birkaç konuya değinerek neden pişman olmadığımı ve sosyalist
düşüncede kalacağımı da açıklamama eklemek istiyorum;
2010
sonrası bölgemiz bayağı bir hareketlilik yaşıyordu. Coğrafyamızda emperyalizmin
uygulamaya çalıştığı politikalar, halkın ilerici damarı olan devrimcilere
yönelik saldırıları ardı ardına geliyordu. Çünkü bilinen bir şey vardır; devrimcilerin
var olduğu yerlerde emperyalistler cirit atamaz.
İki örnek:
Birincisi; Türkiye devrim tarihinde hala etkisi olan 6. Filo'ya karşı devrimci
gençliğin ve halkın ayaklanması olayı. İkincisi ise; Devrimci Sol'un 12 Temmuz
direnişi; "Türkiye oligarşisinin emperyalizme yaranma operasyonu" da
diyebiliriz.
İşte, öyle
bir süreçte, yaşım 'çocukluk' çağındayken, her ne kadar genç olsam da duyarsız
kalamazdım ve ben de "bir şeyler yapabilirim" diyerek, yapılan
kitlesel gösterilere, mitinglere katılıyordum. Ki birçoğu da mahallem
Armutlu'da yapıldığı için ister-istemez içindeydik olanların. Ve zaten
küçüklüğümden beri mahallemde buna benzer sayısız eylemler oluyordu, lakin 2010
sonrası yaşananlar daha bir farklıydı, çünkü artık tamamen anlayabiliyordum.
Bu süreci
vatanımdan asla ayrı görmediğim -çünkü Antakya esas olarak bir parçasıdır-
Suriye'ye saldırılar izledi. Bu defa emperyalizme, uşağı olan Türkiye
oligarşisine karşı kinim daha da arttı ve elbette ideolojimi sosyalist olarak
kesinleştirmem de bu sürece denk geliyordu. Çünkü emperyalizme karşı tek
alternatif sosyalizmdir, düzen içinde umut olarak gösterilen tüm partiler birer
çürümeyi ve umutsuzluğu temsil ediyor.
O süreçte
neredeyse her gün İskenderun yolu üzerinden Reyhanlı çevreyoluna doğru sayısız
tırlarla askeri araçlar gözümüzün önünden geçiyordu. Antakya'm, memleketim
emperyalizmin yine bir askeri üssü oluyordu (Kel Dağı -Jebel Akra3- üssü). Bu
silahlarla ve tabi Antakya'mın her yerinde görülmeye başlanan silahlı-kiralık
'cihatçılar' ile soydaşlarım (Nusayri tarikatından) ve tabi özünde aynı
coğrafyanın evlatları olan, binyıllardır her ne kadar emperyalizmin aramıza
koymuş olduğu mayınlı, telli sınırlar olsa da aynı kültürü yaşadığımız
insanlarım katlediliyordu. Ve gün gün o canların katlediliş videolarına,
fotoğraflarına gözümü kırpmadan kin ile bakıyordum.
İşte,
bunlara karşı olduğumuz için neredeyle tüm günümü Antakya, Sweydiye (Samandağ),
Harbiye ve belirli birçok yerde geçiriyordum, halkım bu olanlara karşı bizimle
olsun diye ve zaten çoğuyla aynı fikirdeydik. Ve karşılığını da aldık.
Elbette
faşizm de politikalarını uygulamak için yine bunların ardından operasyonlar,
genç insanları yıldırma politikalarını hayata geçirmeye çalıştı.
Bu
yaptıklarımdan kaynaklı asla 'pişman' değilim!
Süreç daha
da hızlı ilerliyor;
Geldik
2013'ün bahar-yaz aylarına... Faşizm için hala bir 'korku' nedeni olan 2013
Haziran-Gezi Ayaklanması.
Ayaklanmanın
nedenlerini ve ayrıntılarını değil. Yitirdiğimiz canları anacağım.
Memleketimden
üç can, üç genç katledildi. Gazi Mahallesi'nden Abdullah, Ekinci Mahallesi'nden
Ali İsmail -Eskişehir'de katledildi- ve Çekmece Mahallesi'nden olan, lakin her
gün mahallem Armutlu'da beraber olduğum delikanlı yiğit Ahmet Atakan.
Bu üçünden
sadece Ahmet'i birebir tanıyordum, tanımama neden olan da; katılmaktan ve
savunmaktan çekinmediğim Haziran Ayaklanması'dır.
Babam
aracılığıyla bana "pişmanlık yasası"ndan faydalanmamı öneren polis
amiri, aynı binada, aynı üniformayla görevini sürdüren katilleri için de aynı
duyarlılığı yapsın. O katillerin-polislerin adil bir şekilde cezalandırılmaları
için 'ilgilensin'.
Biz
mahalle halkı olarak Abdullah'ın kanını döküldüğü yerden silmedik,
yıkamadık-üzerine su dökmedik. Ki biliniyor ki vurulup düştüğü yer halk
tarafından kamulaştırılan bir alandır.
Biz yine
aynı şekilde Ahmet'in kanını da yıkamadık. Vurulduğu sokağın başında, Gündüz
Caddesi üzerinde 70-80 cm.lik bir alana Ahmet'in kanı birikmişti o gece. Ve
Armutlu'da her oradan geçtiğimde sadece Ahmet'imin kanını görüyorum. Ve şimdi
de kim ki o Ahmet Atakan Sokağı* başındaki, Ahmet'in mozaik resminin yanına
gitse aynısını görür.
Çünkü
Ahmet'e adalet sağlanmadı, Abdullah'a, Ali İsmail'e de aynı şekilde.
Analarımızın
gözyaşları kurudu, gözleri bu kadar acıya dayanamadı ve artık eski ışıltısını
veremez oldu. Hatice, Emel ve Emsal ana adalet için evlatlarından, evlatlarının
mutlu günlerinde dökmeleri gereken gözyaşlarından mahrum kaldılar.
Bizler
aynı karından olmayabiliriz, lakin onlarla ben ve daha niceleri kardeşiz.
Anamız-babamız bir olmayabilir, amma bizler biriz.
Faşizmin-düzenin
beyinlere işlemeye çalıştığı bencilliği de, "bana dokunmayan yılan bin
yaşasın" anlayışını da tanımıyorum.
Yine uzun
uzun yazabilirim, lakin burada da belirtmek istiyorum ki; Abdullah, Ali İsmail,
Ahmet'i savunduğum, Onlara adalet istediğim ve sesleri olduğum için asla
'pişman' değilim. Onlara, Haziran Ayakanması'nda yitirdiklerimiz, halk
ayaklanmasının şehitleri için adalet istemeye devam edeceğim.
(*:
"Ahmet Atakan Sokağı" halk tarafından verilen isimdir. Sokak Elektrik
Mahallesi'ne bağlı, eski ismi "Neşe Sokak".)
Yukarıda
açıklamamda öz olarak iki konuya değindim, lakin bunlar, yani 'pişman'
olmayacağım nedenler asla bir-iki konuyla sınırlandırılacak kadar değildir.
Daha
sayamayacağım birçok nedenim vardır.
Örneğin;
Berkin Elvan'a adalet istediğim için dönemin başbakanı olan Ahmet Davutoğlu'na
-namı diğer Ortadoğu Faresi- 3 Ocak 2015'te Mersin'de, bizi duyması ve
dikkatini çekmek için pankartlı karşılama yapmak istemiştik bir arkadaş ile. Tabi
bilinen bir şey; onlar halktan korkarlar, kopuklar ve korumaları-polisleri
tarafından özenle korunurlar.
Kendisi
gelmeden yaklaşık 10 dakika önce sayısını bilmediğimiz bir polis topluluğu
tarafından -sözde- kimlik kontrolü yapılmak istendi, verme zorunluluğu olmaması
üzerine bulunma amacımıza yönelik "Berkin Elvan'ın Katilleri
Yargılansın! Berkin Elvan Onurumuzdur-Ölümsüzdür!" sloganı atar iken
gözaltına alındık. Bu gözaltında nereden tekmenin, yumruğun geldiğini, kimin
derimizi çekip büktüğünü bilemiyordum. O darbeleri alırken tek hatırladığım sağ
başparmağımın geriye doğru burkularak kırılması ve o an bunu yapan işkenceci
polisin yüzündeki ifade. Evet, işkenceyi yaşayan biz idik, vücudunun her yeri
moraran, kemiği kırılan… 'mağdur' olan ise polisler. Ki birkaç yıl sonra bu
gözaltında şikayetçi olan polisler nedeniyle mahkemeden bana hüküm çıktı.
'Pişman'
mıyım?
Asla!
Berkin
Elvan tüm katledilen çocuklar adına bir semboldür. Ve Berkin halka mal
olmuştur, faşizm ve yöneticileri de bunu bildikleri için hala akıllarından çıkaramıyorlar
Berkin'i.
Halk
Cephesi'nin emperyalist düzene alternatif olarak sunduğu sosyalist düzende
olacakları gördüm. Bunlar daha çok İstanbul'un Gazi, Küçükarmutlu, Okmeydanı ve
Çayan mahallelerinde idi.
Halk
Cephesi, şu an her ne kadar eskisi gibi alanlarında aktif olmasa da hala
faşizmi ve temsilcilerini tedirgin ediyor. Çünkü biliyorlar ki Halk Cephesi
tabiri caizse "şehir efsanesi, padişahın korkusu" olmuş durumdadır.
Ok yaydan
çıkmış bir kere, düzene alternatif olacağını gösterdi. Bu da yoğun saldırıların
hedefi olmasına neden oldu. Lakin en yoğun saldırılar yaşanırken "Ülkeyi
Yönetmeye Adayız" başlığıyla yine faşizme meydan okumuştu. Ki bu
irade bile asla bitmeyeceğini gösteriyordu.
Bu
mahalleleri ziyaretimde Hasan Ferit Gedik Uyuşturucuyla Savaş ve Kurtuluş
Merkezi, Şenay-Gülsüman Halk Bahçesi, Halkın Mühendis Mimarları'nın Hasan Ferit
Rüzgar Türbini, Halk Komiteleri tarafından Yoksul Mahallelerde Halk Marketi,
Berkan Abatay 589 Spor Merkezi, birçok mahallede Halk Meclisi, halktan giriş
ücreti adı altında haraç alan kent ormanı girişini tutma ve insanları ücretsiz
olarak piknik alanlarına geçirme, mahallelerde yozlaşmaya karşı nöbet ve
gençlerin-halkın devriyesi, Halk Korosu, Umudun Çocukları Orkestrası, Halkın
Sağlıkçıları tarafından ücretsiz sağlık hizmeti, Kamu Emekçileri Cephesi
tarafından gönüllü eğitim toplulukları ücretsiz olarak öğrencilere ders
veriyorlar, Devrimci İşçi Hareketi öncülüğünde halk için uyguna üretim ve
işsizlere kah direnerek, kah çevreden iş imkanları sağlanıyor. Birlik ve
dayanışma ile ihtiyacı olan yoksullara, insanlara yardım ediyorlar,
mahallelerde küs-kavgalı olanlar adil bir şekilde sorgulanıp Halk Meclisi
heyeti tarafından barıştırılıyor, mahallelerde milliyetçilik, dincilik,
particilik... kısaca halkı-insanları ayrıştıracak hiçbir şeye izin verilmiyor…
Daha
sayısız güzellikler ile sosyalizmi Halk Cephesi sayesinde gördüm. Ve dedim ki;
işte, umut ve kurtuluş budur.
Ve elbette
bu uzun açıklamama eklemek istiyorum;
Ülkeden
çıkmadan iki gün önce ana-babasının göz nuru olan bir genç kız ciğerinden
vuruldu. Dilek Doğan; ailesinin tek kızı-meleği. Her fotoğrafını gördüğümde,
gözlerine baktığımda tarifsiz bir acı ve tabi katili olan özel harekatçı polis
Yüksel Moğultay'a vb. polislere öfkem. Bu yazımı o katil gibi olanların da
okuyacağını biliyorum. Evet, sizlere öfkem var, çünkü suçsuz insanların kanları
elinizde. Onurunuzu satmış kişiliklersiniz, ki bunu karakollarda yaptığınız
sohbetlerinizde de çok açık gösteriyorsunuz. Dilek'in abisi kısa bir süre sonra
tutuklanmıştı.
Bu vb.
olaylar ülkeden çıktıktan sonra daha da arttı. Ve orada bulunamadığım için gün
gün sadece dişlerimi sıkıyordum. Çünkü bizde bir halk kültürü vardır; acı günde
beraber olmak acıyı ortak olmak-paylaşmaktır.
Aynı
şekilde yakın zamanda ölüm orucu direnişinde yitirdiğimiz dört can için de.
Birebir
tanımaktan onur duyduğum Halkın Sanatçıları olan Grup Yorum üyeleri Helin
Bölek, İbrahim Gökçek. Onların sesi olan hemen hemen herkes gözaltına alındı,
cenazesine katılanlara saldırıldı.
Adil
yargılanma talebiyle bir Adalet Savaşçısı olan ve gerçek bir yiğit-delikanlı
olan Mustafa Koçak. Yine aynı şekilde tüm sahiplenenler saldırıya uğradı,
ailesi birçok kez kanunsuz olarak gözaltına alındı.
Ve tabi
son olarak, müvekkili olmaktan büyük onur duyduğum, adaleti yaşamıyla savunan
Halkın Avukatı Ebru Timtik. Kim ki adlarını dillendirse illa bir soruşturmayla
karşılaştı, çünkü faşizme karşı büyük bir suç işlemişlerdi -Teyzesi de
bunlardan biri-.
Suçu ne
mi?
Elbette
bizlerin avukatlığını yapmak.
Ve biz
kimiz?
Aslında
buna birçok cevap verilebilir, çünkü sayısız ve her yerdeyiz. Tabi bunu
devrimci hareket tek bir sözde tanımlamış; Halk!
Birçok
din, dil, renk-kültür, işçi-işsiz, memur, öğrenci ve ve ve.
Faşizm
için ise biat etmediğimiz için boyun eğmesi, ıslah edilmesi veya tasfiye
edilmesi gerekenler -Tabi bunun imkanı yok-.
Helin ve
İbo sonsuza dek bizler için türkülerde-marşlarda var olacaklar. Koçak Mustafa
adaletsizliğe karşı büyük manevi bir anıt.
Ebru
Timtik ise, aslında kendi sözü gayet açık; "Avukat mezarında bile hak
arar, hak!". Evet, avukatım Heval Ebru beni de tıpkı diğer müvekkilleri
gibi savunmaya devam edecek. Çünkü bunun için bedel ödedi.
Son söz;
Böyle bir
düzenin yoğun propagandası altında fikirlerimi, dünya görüşümü değiştirdim.
Umudu gördüm, insanları-ailemi-çevremi sevdim, gerçek insan olmanın
onuruna-mutluluğuna erdim. Bunu bana ve tabi nice insana veren sosyalist
düşüncedir, Halk Cephesi'dir.
Bu
düzen-faşizm, yani 'pişman' olmamı bekleyen düzen bana-bize, kimseye bir şey
vermedi, veremez.
Açıklamamın
başında yurtdışında, Suriye'de olduğumu belirttim. Evet, beş yıldır buradayım.
Ve asla, bir günümü dahi vatanımı düşünmeksizin geçirmedim. Her günüm, anım,
saniyem Anadolu’yla, orada tanıdıklarım, sevdiklerim ile. Bunu insanlar bilmeyebilir,
lakin en azından ben biliyorum.
Ve yine
belirteyim; ben sonsuza kadar yurtdışında kalmayacağım, elbet bir gün vatanıma
döneceğim. Ne olacaksa olur, ama ben yine sahip olduğum düşüncelerden kaynaklı
pişmanlık duymayacağım.
Antakya-Harbiyeli
Ayten Öztürk 2018 Mart ayının ortasından Ağustos ayının sonuna kadar altı aya
yakın işkencede kaldı. Çünkü O'da sosyalist düşünceye sahip olduğu için
'pişman' edilmeye çalışılıyordu. Günlerce sadece ismini alabilmek için kafasına
vurdu faşizmin işkenceci MİT'çileri ve bunun neticesinde morluk, şişlik, kandan
başka bir şey çıkmadı Direnç Çiçeği'nden.
MİT'çiler
resmi bir kurumda işkence yapıyordu. O'nu soyduklarında kendileri gibi onursuz
olacağını düşündüler. Evet, Ayten Öztürk günlerce çıplak kaldı işkencecilerin
gözü önünde, lakin onursuz, alçak biri olmadı. Esas bunu O'na yapanlar alçak,
onursuz düzenin sahipleriydiler.
Ayten
Öztürk bir devrimci, sosyalist. O 898 yara nasıl ki ak cefası-onuru ise benim
için de aynıdır, büyük acılar-ağrılar çekti, lakin "aman" dilemedi,
"pişmanım" demedi. O 898 yara bende ve bu düşünceye sahip insanlarda
açıldı.
Biz
sosyalistler nice ölümlerin yanında, ayrıca 898 yara izi taşıyoruz, çünkü
'pişman' olmadık. Çünkü düşüncemizi bırakmadık, tarihimize ihanet etmedik.
Faşizm
bunca yıldır birçok yön-yöntem denedi sosyalist düşünceyi teslim almak, ıslah
etmek için. Yukarıda verdiğim örnekler bunlardan sadece bilinen birkaçı. Şimdi
ise yeni yöntem olan "Pişmanlık Yasası"nı da tanımıyorum.
Dostlara, sosyalist düşüncedeki yoldaşlarıma da diyorum ki; düşüncelerimizden
vazgeçmeyeceğiz!
İki sınıf
var, benim sınıfım-safım da; sosyalizm. Bundan Asla Pişman Değilim!
(Not 2:
Her insan muhakkak bir iz bırakır bu dünyada. Bu nedenle bir nebze de olsa
etkisi olabileceğini düşündüğüm bu açıklamayı okuyunuz.
Teşekkür
ederim.)
Antakyalı
Mehmet Rende
Ekim 2020 –
Suriye