TBMM söylendiği gibi ''Halkın Meclisi'' midir?
TBMM
tanımı itibariyle:
''Türkiye
Büyük Millet Meclisi (kısaca TBMM), Türk Milletinin anayasa ile verdiği yetki
ile yasama görevi yapan Türkiye Cumhuriyeti anayasal devlet organıdır.
"Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir" ilkesi Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin varoluşunun temel dayanağını oluşturur'' diye belirtilmektedir.
Fakat
gerçek böyle midir? Elbette hayır.
Dünden
bugüne, osmanlıdan cumhuriyete, meclisi mebusanlardan meşrutiyet dönemlerine ve
nihayetinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne kadar egemenlik kayıtsız şartsız
asla milletin olmamıştır.
Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir vurgusu aslında tamamen afaki bir söylemden
ibarettir. Çünkü tüm sömürge ve emperyalizme göbekten bağımlı kapitalizm ve
faşizmle yönetilen ülkelerde egemenlik kayıtsız şartsız ''OLİGARŞİNİN''dir.
Kararlar
halk adına alınıyormuş gibi görünsede, aslında emperyalizmin ve sömürgeci tekellerin
çıkarları adına alınmaktadır.
Halkın
sorunları konusunda hemen hemen hiçbir çözüm içeren karar alınmamıştır,
alınması da mümkün değildir.
Katliamlar,
talanlar, yağmalar, yıkımlar, ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yok
edilmesi hep halka ve halkın üzerinde yaşadığı kendi topraklarına karşı
gerçekleştirilmiştir.
Halkın
görüşü alınmadan, bir avuç sömürücü zümrenin kendi aralarında belirlediği
kararlar halka mal edilerek, ''halka hizmet'' götürülüyor havası verilmeye
çalışılmıştır.
Halkın
arasına nifak tohumları sokulmuş, milliyetler ve mezhepler temelinde bölünerek
ayrıştırılmış, suni düşmanlıklar yaratılarak kutuplaştırılmıştır. Böyle olması
tabi ki sömürücü ve baskıcı sınıfların işine gelmiştir her daim. Çünkü kendi
sorunları etrafında bir araya gelemeyen ve bireyciliğin, duyarsızlığın en
''ÖZGÜR'' yaşam tarzı olduğu propagandasına maruz bırakılan halk, kendi sömürü
sistemlerinin sürekliliği açısından herhangi bir tehlike oluşturmayacaktır.
Zamlar,
zulümler hep meclisten çıkan kararlara istinaden uygulanmıştır. Torba yasalarla
ve bilcümle kararla halk adına fakat halka karşı kararlar alınmıştır,
alınmaktadır.
Başka
ülkeleri işgal etme kararları emperyalizm adına hep bu meclisten çıkmıştır.
Söylevde diğer ülkeler, ülkemizin ''milli bütünlüğü açısından tehlike''
oluşturuyormuş gibi gösterilerek, halkın psikolojisini ''ikna bağlamında''
etkileyip diğer komşu ülkeleri emperyalizm adına işgalciliğe soyunmuşlardır.
Halk
yıllarca emekli olabilmesi adına kölece ve güvencesiz çalışmaya tâbi kılınırken,
''halkın vekilleri'' çok kısa sürelerde emeklilik hakkı kazanabilmekte, zevk-ü
sefa içerisinde bir hayat sürebilmektedirler.
Asgari
ücreti belirleyenler hep bu tekelci sınıflar ve onların meclisteki sözcüleri
olmuştur. Halka reva görülen asgari ücret, aslında oligarşinin halkın nasıl
yaşayacağına dair karar vermesidir. Benim istediğim ve size uygun gördüğüm
kadarıyla yaşayabilirsiniz denilmektedir halka. Fakat kendileri emekçi
sınıfların aldığı ücretin neredeyse 6-7 mislini halktan çaldıkları vergilerle
maaş olarak almaktadırlar.
Ülkemizin
NATO'ya dahil edilmesi, Amerikan üsleri, diğer emperyalist ülkelerin
şirketleri, envai çeşit firmaları 1950'li yıllardan günümüze, yurdumuza yine
aynı meclisin onayıyla sokulmuş, ülkemiz adeta Amerika ve tüm emperyalist
ülkelerin çiftliği durumuna getirilerek, onuru ayaklar altına alınmış ve
çiğnenmiştir. Halk neredeyse kendi ülkesinde bir mülteci durumuna düşürülmüş,
kendi ülkesine yabancılaştırılmıştır.
Halk, bir
konuda maruz kaldığı problemleri dile getirmek, ülkesiyle ilgili konulara, hak
gasplarına, geçim şartlarına, eğitim ücretleri, sağlık gibi konularda yaşadığı
sıkıntılarını beyan etmek, ses çıkarmak için protesto hakkını kullanmak
istediğinde, meclis anayasasında belirtilen 2911 sayılı kararla deklare edilmiş
toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunları içeriğince sorunlarını açıklamada
serbesttir. Fakat bu serbestlik sadece kağıt üzerinde yazılı metinler
yığınından ibarettir. En küçük bir toplanma ve yürüyüş ''güvenliği tehdit
ettiği gerekçesiyle'' yasaklanır, gazlarla, coplarla, gözaltı ve tutuklamalarla
halkın yürürlükteki düzene biat etmesi, ses çıkarmaması ve sindirilmesi
hedeflenir. Güvenlikten kastettikleri aslında kendi düzenlerine tepkinin
büyümesi karşısında sistemin ayaklarının çatırdaması korkusudur.
Söz konusu
kendi güvenlikleridir. Ve buna karşı önlem alırlar.
Göstermelik
haklar bir anda askıya alınarak yok hükmüne indirgenir, egemen sınıfların
bizatihi yaratmış oldukları anayasa kanunları hiçe sayılır. Yani kendi kurmaca
kanunlarına bile uymazlar.
Adaletsizliklere,
yolsuzluklara, namussuzluklara karşı mücadele eden devrimciler ''terörist''
ilan edilmiş, ülkemizi babasının çifliği gibi kullananlar tarafından
kriminalize edilerek, zindanlara doldurulmuş, kaybedilmiş, katledilmiş, asit
kuyularına atılmış ve çıkarlarını savunduğu halka düşman gibi lanse edilerek yeri
geldiğinde gerici ve sivil faşistlerin kışkırtmasıyla linç ettirilmiştir.
Ülkede kendi çıkarlarının ve sömürüsünün devamı için engel oluşturan herkes
''terörist''', ''misyoner'', ''dış mihrakların taşeronu'', ''dinsiz'',
''imansız'' gibi nitelendirmelerle kendi suçlarını ve terörlerini gizlemek
adına halkın evlatlarını tasfiye etmişlerdir.
Tekelci
sınıfların ve yönetiminin yürürlüğe koyduğu psikolojik savaş halk nezdinde
dostla düşmanların yerlerini değiştirmiş, halk için mücadele edenler hain,
halkı sömürenler kahraman ilan edilmiştir.
Son
dönemlerde çok konuşulan GSS (Genel Sağlık Sigortası) primlerini
yatırmayanların binlerce lira borçlanması ve hacizlik olma durumu vardır. GSS
aslında zorunlu haraçın yasallaşmış halidir, soygundur. Parası olmayan halka,
gelir testi yaptırılması ve ödeyeceği miktarın asgarisini vererek sağlık
hizmetlerinden yararlanabileceği söylenmektedir. Fakat maddi durumu olmayanlar,
çalışmayanlar, bu asgari miktarı bile karşılayamayacak durumda olanlardan yine
de her ay düzenli olarak belirlenmiş meblağnın ödenmesi istenmektedir. Neden?
Çünkü meclisten yasa tasarısı ile geçmiştir. Kim adına? Sözde halk adına fakat
özünde tamamen işbirlikçi egemen sınıflar adına. Halkın sağlığını düşünüyor
görünmeleri tamamen safsatadır. Çünkü ülkemizdeki hastalıkların başlıca
müsebbibi GDO'lu, hormonlu gıdalar ve diğer tüm etmenlerle yine kendileri
olmuştur.
Yoksulluğu,
işsizliği, iş cinayetlerini, çevrenin tahribatını, uyuşturucu bataklığını
yaratan, yozlaşmayı ve çürümeyi yayan hep bu düzenin sürdürücüleri, ileri
gelenleri,
sözde’
‘halkın temsilcileri'' olmuştur.
KHK'lar ve
OHAL ilanları ile onlarca muhalif kamu emekçisi türlü iftiralar ve mesnetsiz
suçlamalarla işlerinden atılarak, açlıkla terbiye edilmek istenmektedirler. Bu
gelişmeler çerçevesinde onlarca kişi yaşadığı haksızlıklar ve adaletsizlikler
sebebiyle intihar etmişlerdir. İşten atmalar halka gözdağı vermek ve ''Benim
düzenime, hukuksuzluklarıma, suçlarıma ses çıkarırsan aç kalırsın'' mesajı
temelinde aslında tüm halka ve emekçilere tehdit oluşturmaktadır. Böylelikle
halk zapturapt altına alınarak ses çıkarması engellenecek, düzenin pürüzsüz
sürmesi sağlanacaktır. Planlanan budur. Politikalarıma ses çıkarma, itaat et ve
yaşa!
Aksi
takdirde yok olursun! denilmektedir.
Böyle bir
meclis milletin meclisi olabilir mi? Hayır, olamaz.
Ülkemiz
Amerika'nın yeni sömürgesidir ve gizli işgali altındadır. Ülke ve halkla ilgili
her şeye Amerika ve onun ülkemizdeki işbirlikçileri karar vermektedir. Bu
gerçek çok açıktır. Yeni Dünya Düzeni konsepti çerçevesinde Ortadoğu sahasını
dikensiz gül bahçesine çevirerek daha geniş sömürü alanları yaratmak ve
kendilerine ses yükseltecek tek bir kişi dahi kalmasın istemektedirler.
Fakat
evdeki hesapları çarşıya uymayacaktır. Çelişkiler her geçen gün daha da derinleşmekte,
halk her geçen gün daha da yoksullaşmaktadır.
Dolayısıyla
geçmişten günümüze sorunlarımızın yaratıcısı, kaynağı olanlar, çözüm hususunda
gelişme sağlayamazlar. Çünkü tüm sorunlarımızın temelinde bu düzen ve onun
temsilcileri yer almaktadır.
Bugüne
kadar halka umut olarak hep sandık gösterilmiş, fakat bu yapay umutlar her
defasında halkın yaşamı içerisinde gördüğü somut pratiklerle hayal kırıklığına
uğramasına neden olmuştur.
Halkın
kendi sorunlarına çözüm için yalnızca sandık seçeneği mi vardır?
Yalnızca
faşizmin parlamentoculuk oyununda belirlenmiş olan düzen partileri mi vardır?
Halk
sürekli olarak bu yapay ve kısır olgunun arasına sıkıştırılarak nefessiz
bırakılmıştır. Deyim yerindeyse; ''Ölümü göster, sıtmaya razı et'' metodu
uygulanmıştır.
Oysa
halkın kendi kaderini kendisinin belirleyebileceği ikinci bir yolu daha vardır;
HALK MECLİSLERİ...
HALK
MECLİSi NEDİR?
Halk
meclisi halkın kendi öz örgütlenmesidir. Halkın ellerini, seslerini
birleştireceği bir yerdir. Bu meclislerde işçisi, memuru, esnafı, işsizi,
genci, yaşlısı, mahallesinde emeğiyle, onuruyla, namusuyla yaşayan tüm emekçiler
vardır; ama bu meclislerde ayrıcalıklılar, torpilliler, tuzu kurular,
sömürenler, zulmedenler, namussuzlar, soyguncular yoktur. Emir verenler yoktur.
Halk Meclisi, halkın tüm sorunlarını ve çözüm yollarını tartıştığı, tüm
katmanların eşit söz hakkına sahip olduğu, ortak kararlar aldığı, kararların
yine kararı alanlar, yani halk tarafından hayata geçirildiği bir halk
örgütlenmesidir. Halk Meclisi; halkın insanca, onurlu bir yaşam için
oluşturduğu örgütlenmelerdir.
Bizleri
yıllarca sömürenler, soyguncular tarafından biçilmiş olan bu yaşam felsefesini
reddederek, ''böyle gelmiş böyle gider'' düşüncelerini bir kenara bırakarak
kendi sorunlarımız ve kendi öz örgütlenmelerimiz olan halk meclisleri çatısı
altında örgütlenmemizin, ikinci yolu, kendi yolumuzu yaratmamızın imkanı
bizlerin ellerindedir. ''Böyle gelmiş böyle gitmez'' şiarını hayata geçirerek,
ellerimizi ve seslerimizi birleştirerek, ortak sorunlarımız etrafında
kenetlenerek halk meclisleri bünyesinde birleşelim, savaşalım, kazanalım.
Gücümüz Birliğimizdir!
OKMEYDANI
HALK MECLİSİ